En ince hastalık: Şairlik
"Şairlere iyi davranınız, şairler ince ruhludur" diyen İzzet Yasar, metodolojik bir şekilde kendi şiirsel duyarlılıklarını yok etti. Bilinçli yalnızlaşma yolculuğu, 15 kişilik cenaze töreniyle bitti.
Şair nasıl bir insan olmalıdır? Antik Çağ’dan 20. yy’a kadar onlarca cevap üretildi bu soruya. Platon’a göre bir taklitçi ve toplumdan dışlanması gereken bir figür, Dante’ye göre peygamber, Goethe’ye göre doğayla insan iç dünyasını birlikte kavramaya yetisine sahip biri, Baudelaire’e göreyse göklerde yüceyken, yeryüzünde topallayan bir zavallıdır.
Herkes hayatının bir döneminde şiir yazmıştır ya da yazmaya çalışmıştır. Duygularımızı kısa yoldan etkileyici bir şekilde aktarmanın yolu olarak kabul ettiğimiz şiirle birlikte andığımız kelimeler de ortaktır. Duygusallık, hassaslık, melankoli, romantik, aşk… Gülten Akın’ın İlkyaz şiirinin ilk dizeleriyle anlatacak olursak durup ince şeyleri anlamaya vakti olan kişinin işidir şiir.
Şiirden taburcu olan bir şairle tanışmak
Geçtiğimiz senelerde, incelikten şiirimi kaybettim diyen ve Baudelaire’den, Alfred Jarry’den, sürrealistlerden izler taşıyan İzzet Yasar’ı keşfettim. Googlelayıp cismini görünce Gezi sürecinden hatırladım. O dönem Twitter’da Gezi’ye küfür kıyamet saldıran, AKP medyasının haber ve yorumlarını paylaşan, Erdoğan’ı ölümüne destekleyen bir figür olarak hatırımda kalmış. Öfkemden olsa gerek, kim olduğunu, neci olduğunu hiç araştırma ihtiyacı hissetmemişim.
Natama 40. sayıda gördüğüm “Türk şiirinin persona non grata’sı ya da İzzet Yasar personası” yazısı tanıdığım bu garip figür, 70’lerde Ece Ayhan şiirine yakın bir noktada duruyorken sürekli yolunu değiştirmiş, kendince başka akıl peşinde koşmuş, nihayetinde de şiirden taburcu olmuştu.
Tersten başladım okumaya, yani şiirlerinden değil öykülerinden. Camdan Mezbahalar adıyla basılan toplu öykülerini buldum bir sahaftan ve aynı adı taşıyan kısa öyküyü okuyunca doğru yerde olduğumu hissettim.
Kendisi de vejetaryen olan Yasar, Paul McCartney’in “Eğer mezbahalar camdan yapılsaydı herkes etyemez olurdu.” sözü sayesinde zengin olan bir mezbaha sahibini anlatır öyküde. PETA’yla iletişime geçip çok pişman olduğunu, camdan bir mezbaha yaptırarak bu vahşeti herkese göstermek istediğini söyler. Sivil toplumun ve medyanın büyük ilgi gösterdiği açılıştan hemen sonraysa mezbahanın çevresine tribünler yaptırır ve bilet kesmeye başlar. Bill Gates’ten bile daha zengin olur bu projesiyle.
Anlaşılacağı üzere ironik, kara mizah barındıran ama biraz da kötücüllük içeren bir hikaye bu. Yasar’ın topluma, tarihe ve çağdaş insana dair düşüncelerinde şair hassasiyeti sezmek mesai isteyen bir iş.
Öyküler türler arası gezinir durur. Gotik edebiyatın tanık-anlatıcı üslubunu benimser bazen. Korku ve bilim kurgu öğeleri kullanır. Temiz Tarih öyküsünde MİT’e zaman yolculuğu yaptırarak tarihteki soykırımları, devlet suçlarını sildirir. Örneğin ABD’nin Kızılderili katliamlarını tarihten silerek milli gelir sağlar teşkilat.
Politik açıdan tarihin doğru yerinde durabilme içgüdüsüne sahip olan bu adamın, nasıl aşamalardan geçerek Gezi dönemindeki haline geldiğini daha da çok merak etmeye başladım.
Şairin ilk yüzü: Kanama
1974’te basılan ilk şiir kitabı Kanama’yı okumaya başladığımda bambaşka bir İzzet Yasar çıktı karşıma. Öykülerindeki mizahtan ve ironiden eser yoktu bu şiirlerde. Dünyayı ciddiye alıyor, “ölülerimiz başlangıçtır” gibi dizelerde şehirlerin, meydanların, duvarların ifade ettiği şeyler kan, acı ve ölüm. Şairaneliğin karşısına vahşetin katı gerçekliğini koyuyor. Yeni Aşk Şiiri’nde Ahmet Haşim’in Merdiven şiiriyle kavga ediyor. İç dünyanın, hüznün ve melankolinin yerine katı gerçekliği çağırıyor:
sular falan sararmadı
tunca munca benzemiyor mermer
iğdiş edilmiş dolunay
çay bardaklarında parçalanmış ölüler
(…)
aydınlatın cesetlerimizi
vericiler yalan kusarken
rotatifler yeryüzü ezrailleri
Okudukça adının bir zamanlar neden Ece Ayhan’la anıldığını daha iyi anlamaya başladım. Defterler, kitaplar, sınıflar, çocuklar, dersler… Devletin ideolojik aygıtı olarak eğitim ikisinde ortak tema. Örneğin Kenar Süsleri:
bu tarihi kim yazdı yavrum
kim çizdi ak kağıtlara
asyanın kirli yüzünü
avrupanın sabunlu ellerini
sen bu sıralardan dirsek çürüttün de öğrendin
kanuni sultan süleymanın hafta sonlarını
hangi kıtada geçirdiğini
bu çiçekleri sen boyadın yavrum
kırmızı çizginin soluna
sen yazdın bu ılık
tuzlu yazıyı
Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı’yla, Açık Atlas’ıyla, Yort Savul’uyla yankı yaptı zihnimde. “Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler” Kanama’dan üç yıl sonra basılmış.
1979’da Yeni Kuş Bakışı’yla “yüksel gözüm / ağlama artık kanın yakından görünüşüne” diye söze girip trajediyi geride bırakıyor. Tarihselci, ajitatif, sınıf kiniyle dolu şiirlerinin yanına, kurban olarak değil cellat olarak halk imgesi yerleşmeye başlıyor. Camdan Mezbahalar öyküsünde vahşeti alkışlayan halkın kökleri şu dizelerde:
sermaye birikir ve plaklar, duyarlıklar üretir
yeni yeni dillenen çocuklara tarihini ezberletir
bunlardır askere alınan, yeni yeni sınırlar yaratan
tadla yanıltan, ve yanılan, severken boğan
kundakçılıkta ve tırnak sökmekte ustalaşan
ve kılıç artıklarına fiyat biçen
gerçeği bir içim su olarak sunan ya da bunlara seyirci kalanlar!
Diğer yandan, şairin şairliğini alaya alan bir tavır da takınmaya başlıyor. “Şairlere iyi davranınız / şairler ince ruhludur / en ufak şeyden kırılırlar / kabalıktan kaçınınız”.
Yazının en başında Baudelaire’in Albatros şiirine atıfla, şaire, göklerde yüceyken yeryüzünde topallayan bir zavallı demiştim. Yasar’ın şair yönelik tavrında bunun izlerini daha ikinci kitabında görmeye başlarız. Zamanla incelikten uzaklaşmakla kalmaz hoyratlaşır, saldırganlaşır, inceldiği yerden kopup giden bir şiir yazmaya başlar. İncelikler, gerçekliğin kaba yüzlerini görünmez kılar ona göre. Hoyratlıksa ciddiye alınandır. İçten içe bir gücenme duygusu da eşlik eder gibidir bu tespitlerine. Sanki “Siz anca bundan anlarsınız!” diyordur okuruna ve herkese. Hoyratlık, gerçekliği deşifre etmenin anahtarıdır fakat Yasar bunu kendine saklamıştır. Biçimsel olarak Ece Ayhan’a en çok benzeyen Ölü Kitap’ta şiiri bireysel sinizmine kurban etmeye başlar. Dil Oyunları’nda ise radikal görünümlü ama güçsüz bir şiirle ortaya yeniden çıkar. Ece Ayhan’ın “iyi şair, tarihçidir” düşüncesinden yola çıkmasına rağmen sivil bir tarihyazımı öneremiyor.
2007’de yayımlanan Asla Yazamayacaksın O Şiiri, şairin tarihinde farklı bir yerde duruyor. İnsansız yani tarihsel anlamıyla insanlıktan kurtulmuş bir şiirin imkansızlığını arzulayan, bu arzunun imkansızlığını fark eden kendisine yazdığı bir merhamet dilekçesi belki. Zulümden ve vahşetten ibaret tarihi şikayet ediyor bize. Hem hor gördüğü inceliğe sahip olmayan hem de tarihin suçlarını taşımayan bir masumiyet figürü olarak hayvanlığı öne sürüyor. Duyarlılıklarını apaçık ortaya koymaktan çekinmiyor. Şiir sanatından taburcu olmak istediğini duyumsuyoruz.
şiirinde asla yapamayacaksın
bresson'un filminde yaptığını
evinden kaçmış bir yük eşeğiyle
bir sirk filinin göz göze gelişini
asla anlatamayacaksın
dört ayaklıların ulaşılmaz kaderine
yaklaşamayacaksın bile
bakışları bakışlarla örülmüş
zamansız tuz rahibeleri
hayallerinin dışında var olabilselerdi
belki dalgınlık anlarında söyleyebilirlerdi
böyle imkânsız bir şiiri
böyle insansız bir şiiri
üzgünüm ne kadar
ıslak burunlular
kuyruklular ve kanatlılar
yüzgeçliler ve kabuklular
bilmem ne dersin turgut uyar
şiir varsa var
ama bu kadar var
Şiirin sonu
Hassasiyetini ve inceliğini, hiç de incelikli olmayan bir yolla anlatmayı başaran bu şiiri, insanüstü bir duyarlılık taşıyan Başka Akıl Peşinde kitabı takip ediyor, diye düşünmüştüm. Yanılmışım. Üslubunu kendi dizesiyle anlatmak mümkün: şiir bitti bu bir fışkırtma durumu artık. Şiirin ifade olanaklarının kıyısına kadar geldiğini düşünen Yasar’ın başka akıldan anladığı öfkeli bir misantropiymiş meğer. Kalemini hiddetli duyguların tutarsız buyruklarına vererek sövüyor da sövüyor 2010’da basılan kitabında. Albert Camus’nün tarifiyle şeylerin el değmemişliğini arzulayan çaresiz bir romantiğin yıkıcılığıyla konformizm arasında salınıyor. “Tarih insan etinden yapılmıştır” ve “hafızanın zehri” gibi birbirini sıfırlayan dizeler sıralıyor.
Şiir yazmak için tüm dillerin en güzel en hoş en biricik özelliklerini aşan bir dil istemişti İzzet Yasar. “ben bu dili bulamazsam / bunca yıllık emeğime yazık” demişti. Yalnızlaştıkça hınçlanan, hınçlandıkça öfkesi katlanan, sürekli kendinden bahsetmeye başlayan, herkesle kavga eden, en insani duyarlılıklara bile küfürle yaklaşan bir halde bitirdi yazın yaşamını. 2018’deki cenaze töreniyle ilgili Cihat Duman “İzzet Yasar’ın cenaze töreni şimdiye kadar gördüğüm en az katılımlı cenaze töreniydi.” diye yazar. Bu yalnızlığı bilinçli olarak yarattığını hissettim geriye bıraktığı öyküleri, şiirleri ve denemeleri okurken. Belki de dünyaya söylediği sözün sertleşmesi için, ilk şiirlerindeki o katı gerçekliğin görünür kılınabilmesi için besliyordu kendisini kimsesizlikle. Pusulası şaştıkça kuzey yıldızına bile kızar hale geldi.
Şifa ile Taburcu’nun son dizeleri benim tezimi kanıtlıyor bence. İzzet Yasar’ın şiirleri kronolojik olarak okunduğunda onun hastalığı, teşhisi ve tedavisi ile ilgili her türlü bilgi açıkça görülebilir.
başkalarının kaderiyle yoruldum
kafiyelerin kalabalığından kurtulmuştum
epikriz raporumu kendim yazdım
şiir sanatından şifa ile taburcu oldum